3 Şubat 2021 tarihinde, o zamana kadar Giuseppe Conte başkanlığında ilerleyen hükümetin krize girmesinin ardından sahneye çıktı Mario Draghi. 1947 doğumlu, Avrupa Merkez Bankası (AMB) eski başkanı ve ekonomisyen Draghi kısa bir sürede görevi şartlı kabul etti, meclis içinden ve dışından yeni isimler atayarak Bakanlar Kurulu’nu kurdu ve yeni hükümete hayat verdi.

Son 15 senedir, her hükümet krizinde adı geçen, İtalyan halkının ve parlamenter siyasetinin bir bölümünün onur duyduğu bu İtalyan akademisyen ve banker, tam da Covid-19 küresel salgını sırasında aynı bir deus ex machina gibi sahneye çıktı.

Kimdir Mario Draghi? Sınırlı öz geçmiş

Aslında hem İtalya hem de dünya, Mario Draghi’yi 2012 yılında, Avrupa Merkez Bankası Başkanı iken, Avrupa borç krizi sırasında yaptığı çıkış ile tanıyor; “Sonucu ne olursa olsun” diyerek kıtayı krizden kurtaracağını garanti etmişti. Draghi’nin bu ünlü çıkışına gerekli değeri vermek için o tarihi önemi olan LTRO planından bahsetmek gerekli tabii ki. Draghi görevdeyken uygulanan bu plan bir çok Avrupa bankasına ‘uygun’ faizle borç para verilmesini ön görüyordu. Bahsedilen rakamın 500 milyar ile 2 bin milyar Avro arası olduğu iddia edilirken bu plan dahilinde para basılması ve bankalara enjekte edilmesi de hali hazırda sorunlu olan finansman ve borç mekanizmasını ayakta tutmaya çalışmasından ve fakirleşmekte olan insanlara direk yardım edilmemesinden dolayı çok eleştirilmişti.

Kariyerine Keynes tutkunu olarak başlayan, sonra neoliberal çizgiyi takip eden ve son yıllarda tekrar Kenyes çizgisine geri dönen Draghi 2020 yılında İtalya’nın Rimini kentine düzenlenen bir konferansta tercih ve duruşunun değişmesini tam da Keynes’in bir cümlesi ile açıklamıştı: “İşler değişince ben de kendi fikrimi değiştiririm. Ya siz bayım, siz ne yaparsınız?”.

Mario Draghi’nin tarihe iz bırakan görevlerinden biri de Yunanistan’ın yaşadığı ve içine atıldığı ağır borç krizi. 2009 yılında başlayan ve 2011 yılında derinleşen bu kriz sırasında Draghi, AMB’nin başında yer alıyordu. O sıralarda İtalya ise Mario Monti tarafından yönetiliyordu, adaşı Draghi gibi göreve dışardan Başbakan olarak getirilen Monti de Draghi gibi zamanında Goldman Sachs için çalışmıştı. Spekülasyonlar ve hesaplarda yolsuzluklarla suçlanan ve yargılanan, dünyanın en büyük iş bankalarından biri olan Sachs’ın 2002 ile 2005 yılları arasında Avrupa Başkan yardımcısı Draghi iken uluslararası danışmanlarından biri de 2005 ile 2011 yılları arasında Monti idi. Gene Yunanistan borç krizinde önemli bir rol oynayan aktör ise Lucas Papademos olmuştu. Kendisi tam da 2011 ve 2012 yıllarında Yunanistan Başbakanı olarak göreve gelmiş ancak öncesinde 2002 ile 2010 yılları arasında AMB’nin Başkan yardımcılığını yapmıştı, yani Draghi’nin yardımcısıydı. Son detay ise Papademos’un, 1994 ile 2002 yılları arasında Yunanistan Merkez Bankası Başkanı iken Goldman Sachs tarafından hazırlanan hesaplarda sahtecilik yapmasına katılmasıdır. 

14 Kasım 2011 tarihinde Fransız Le Monde gazetesinde detaylı bir şekilde anlatılan bu Draghi, Monti, Papademos üçgeninin içinde girdikleri ve/veya yarattıkları hiyerarşik yapı şu anda İtalya’yı yöneten Başbakan ve Goldman Sachs’ın Avrupa ekonomisi üzerindeki gücü hakkında ilginç bilgilere ulaşmamızda yardımcı oluyor. Konuyu daha detaylı olarak Fransız gazeteci Marco Roche’nin 2010 yılında yazdığı ve Jerome Fritel’in aynı isimle sinemaya uyarladığı “La Banque: Comment Goldman Sachs dirige le monde” adlı kitapta bulmak mümkün.

Draghi geldi 

Giuseppe Conte’nin Başbakan olduğu merkez sol ve 5 Yıldızlı Hareket hükümeti tam da bir senesini yeni doldurmuşken ve küresel covid19 salgınında yeteri kadar başarılı bir sınav vermişken oldu her şey. İtalyan siyasetinin ‘yaramaz çocuğuMatteo Renzi, merkez sol koalisyonda ve sonrasında da hükümette kriz ateşini yakmaya başladı. Renzi kısacası artık yola Conte ile devam edilemeyeceğini, bir çok sebepten ötürü, iddia ediyordu ancak yerine gelecek kişiyi ağzına almıyordu. Aynı zamanda Renzi kendisinin de bu mekvide yer almak istemediğini belirtiyordu.

Conte hükümetinden bakanlarını çeken Renzi güven oyu alsa da bir çok yasa ve reformu gerçekleştirmesi zor olan Conte hükümetinin ipini çekmiş oldu ve kısa zamanda ülke bir hükümet krizine girdi. 

Salgın hala ilerlemekteyken, aşı tünelin sonundaki ışık olarak daha yeni gözükmüşken ve Avrupa Birliği’nden 250 milyarı aşkın yardım ve borç gelmek üzereyken doğan krize pansuman olarak çıktı ortaya Mario Draghi’nin ismi.

Merkez sağ ve merkez soldan itiraz sesleri çıktı ilk başta ancak merkez sol çoğunlukta tercih etti Draghi ismini. 5 Yıldızlı Hareket ise hızlıca üç parçaya bölündü tam da Draghi hükümeti kurulma aşamasındayken. Kısacası krizi çözmesi için gelen Draghi bazı siyasi güçleri krize sokmuş oldu dolaylı yoldan.

Artık uzun bir zaman olmuştu İtalya’da insanların seçim sırasında Başbakan olması için oy vermedikleri birinin Başbakan seçilmesi döneminin başlamasından. Monti ilk örnek iken liste Letta, Renzi, Gentiloni ve Conte ile sürekliliğini koruyordu 2011 yılında bu yana. Draghi de, kendisinden gelen ve parlamento tarafından atanan Başbakanlar gibi karışık bir koalisyon hükümeti kurdu.

Hükümette 23 Bakan’dan sadece 8’i kadın atandı. Göze çarpan isimler arasında basın ile sürekli kavga eden, cinsiyetçi, eğitim sistemini soyup soğana çeviren ve homotransfobik beyanatlarıyla öne çıkan Brunetta, Gelmini, Carfagna ve Stefani gibi isimler de bulunuyordu. Bazıları meclis dışından seçilen ekonomisyen ve iş adamı iken, yeni Bakanlar’dan diğerleri ise merkez sağ hükümetlerin en sorunlu isimleriydi.

Kısacası daha düne kadar siyaset tarihine ismini kara harflerle yazdırmış ve kısa zamana kadar saç baş kavga etmiş ve ortak noktaları pek olmayan bir çok siyasi iradeyi topladı ve bunlardan bir hükümet çıkardı Mario Draghi.

Draghi geldi geleli

Buraya kadarı İtalya’nın yeni Başbakanı’nın iktidara geliş hikayesi olarak tanımlanabilir. Çok tartışılan bir serüvenin sadece başlangıcı bu. Ardından olanları ise işin içindekilerden dinleyelim.

Partito della Rifondazione Comunista-Sinistra Europea adlı solcu parlamenter siyasi parti Şubat 2021’de yayınladığı bir bildiri ile Draghi’nin “iyilik peşinde koşan” bir insan olmadığını belirtiyor ve Avrupa Komisyonu-IMF-AMB’nin oluşturduğu Troika’nın temelini atanlardan olmakla suçluyordu. Yunanistan’ın içinde boğulduğu borç batağına atan ve bir çok insanı son anda emekliliğe gitmekten mahrum kılan ve 2010 yılında İtalya’da, AB’nin talebi ile, yürürlülüğe giren Fornero yasasını dikte ve talep eden kişi olmakla suçlanıyordu Draghi. Bu bildiride İtalya’nın yeni Başbakanı küresel finansal kapitalizmin en önemli temsilcilerinden biri olarak tanımlanırken oluşturduğu hükümet ile Anayasa’yı feyz almak ve Meclis’e bağlı kalmaktansa bir ‘reji odası’ yaratmakla suçlanıyordu.

Aylar geçiyor, İtalya hızla Covid-19 virüsüne karşı aşılama kampanyasını devam ettiriyorken bu operasyonun başına 1 Mart 2021 tarihinde Başbakan tarafından “Sağlık OHAL’i Koordinasyon Merkezi” başına bir asker, General Francesco Paolo Figliuolo atanıyordu. Sağlık Bakanlığı, Sivil Savunma veya tıp ve lojistik dünyasından değil ordudan bir ismin atanması İtalya’da tepkilerle karşılandı.

İleryelen aylarda, Haziran 2021’de ise yeni Başbakan Mario Draghi yeniden ilginç bir karar alarak Avrupa Birliği’nden gelecek fonların nasıl harcanacağına karar vermek için 5 erkekten oluşan bir takım kurmaya karar verdi. Bu karar sonrası filozof, eğitmen ve Attac İtalia genel kordinatörü, Marco Bersani bir bildiri yayınladı. “Carlo Cambini, Francesco Filippucci, Marco Percoco, Riccardo Puglisi ve Carlo Stagnaro’dan oluşan bu takım neoliberal iktisat siyaseti temsilcisi bir kurum olacak. Meclis yerine neden Devlet’in küçülmesi fikrini savunan insanlara ülkenin geleceği emanet ediliyor? Bu takım içinde bireysel silahlanmayı savunan ve bunun için kitap yazmış olan Stagnaro var”. Bu takımdaki diğer isimlere bakarsak Puglisi gözümüze çarpıyor, kendisi İtalya salgınla mücadelede kapanmaya giderek hayat kurtarırken Twitter üzerinden kapanma karşıtı kampanya yapan bir kişi. 

Draghi’nin bu kararına karşın, Haziran aynın sonlarına doğru, 65 profesör bir bildiri yayınlayıp bu kadar önemli bir iktisadi operasyonun 5 erkeğe bırakılmasını protesto etti. “Atanan bireyler arasında kamunun mevcudiyetini gereksiz bulanlar var. Bu kadar büyük bir operasyonun 5 kişinin eline bırakılması hükümetin inanılırlığını riske atıyor ve Avrupa’da saygınlığımıza gölge getiriyor. Bu kadar büyük bir bütçe tüm iş kolları ve toplum ile beraber, Anayasa ve Meclis dikkate alınarak ve aktif olarak dahil edilerek kontrol edilmeli”.

İtalya Yaz mevsimini yeni bütçenin şekillenmesi ile geçirirken yenilikler serisinin ilk haberleri gelmeye başlıyordu. Avrupa Birliği’nden heba veya borç şeklinde gelecek paralar tabii ki yapısal reformlar da talep ediyordu.

Ancak bu sırada, homotransfobik beyanat ve hareketlere bir dizi ceza vermeyi öngören Zan isimli yasa tasarısı Meclis’in ikinci kanadından merkez sağ ve sağ partilerce bloke edilirken İtalya yıllardır beklediği adımı gene atamıyordu. Bu yasa tasarısı ile homotransfobik beyanatlarına ve bu bazlı seçim programlarına bir son vermek zorunda kalacak olan ve hükümet ortağı olan sağ partiler hükümeti düşürmekle tehdit edince, Başbakan da “Meclis karar vermekte hürdür” diyerek işin içinde çıkıyordu.

2022 yılı yaklaşırken ve yeni bütçe hazırlanırken ekonomik zorlukta olan yurttaşlara verilen ‘yurttaşlık geliri’ üzerinde yapılması öngörülen değişiklikler de dikkat çekmeye başlamıştı. USB sendikasının Kasım 2021’de yayınladığı basın açıklaması bir dizi sokak eyleminden sonra ortaya çıkıyordu. “Yeni bütçede yurttaşlık gelirine verilen kaynakların kesilmesi öngörülüyor. Ayrıca bu geliri almakta olanlara iş ve işçi bulma kurumlarının sunduğu iş, evinden yüzlerce kilometre uzakta olsa da kabul etme zorunluluğu getiriliyor. Böylelikle işsiz ve/veya vasıfsız bireylere verilen desteğin azaltılması ve hızlıca kesilmesi söz konusu. 2021 resmi rakamlarına göre bu gelirle hayatını devam ettiren yaklaşık 2 milyon kişi var. Ayrıca yeni bütçe ile yerel hükümetlere yurttaşlık geliri yerine bireylere kısa süreli işler önerme yetkisi de veriliyor. Böylelikle artan işsizlik ile mücadele kapsamında hükümet çözümü güvencesiz işlerde buluyor”. 

Salgın ile beraber işsizlik 2014 rakamlarına geri dönerken tüm gözler Avrupa Birliği’nden gelecek yardım ve borçlara dikilmişti. Ancak bu sırada hükümet işssizlikle mücadele kapsamında tartışılacak çözümleri Meclis’e sunmaya başlamıştı bile.

Kasım 2021’de Covid-19 pozitif vaka sayıları artarken aşının zorunlu kılınması tartışılmaya başlandı. Dünyada yavaş yavaş bir kaç ülke bu yasayı çıkartırken Draghi hükümeti ise Green Pass çözümü ile aşı olmayanların hayati çemberlerini daraltmaya başladı. Bunun ardından çıkan sokak eylemleri ise radikal yeni kararların alınmasının önünü açtı.

Bu sıralarda yapılan eylemlerde çıkan küçük çaplı çatışmaların ilerleyen zamanlarda tekrar yaşanmaması için İç İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Başbakan tarafından onaylanan bildiri ile “kentlerin tarihi merkezlerinde”, “hassas noktalar ve dükkanların olduğu caddelerde” eylemler yasaklandı. “Yeterli derecede ihtiyaç ve garantinin olmadığı” alanlarda ise eylemler yasaklanırken sadece oturma eylemlerine hak verildi. Bu karar sonrası İtalyan Anayasası’nın 21inci maddesinde garanti edilen ve tanınan eylem yapma hakkı da sınırlanmış ve hatta iptal edilmiş oldu.

2021 yıl sonuna yaklaşırken, Aralık 15 tarihinde, bir gece sunulan kanun önerisi ile, 2011 yılında, 26 milyon yurttaşın katılımı ile ve %94 karşıt oyla red edilen suyun özelleştirilmesinin önü açılmış oldu. 

Öneri, hükümetin yerel yönetimler üzerinde bir kontrol yapmasını ön görüyor. Bu kontrol sayesinde olur ki yerel yönetimler halka verilen su işletmesi hizmetini sürdüremeyecek durumda ise o belediyelerde su işletmesi özelleştirilebilir. Kısacası yurttaşların 10 sene önce verdiği oy çöpe atılabilecek. Suyun kamuya ait olduğunu bir kez daha yineleyen bu referendumun geçerliliği kalmayacak.

Sene kapanırken Greenpeace’ten hükümetin yeni bütçesine, askeri misyonlara ve Glasgow’da Cop26 toplantısında Draghi’nin verdiği sözlere eleştiri getiren bir bildiri yayınlandı. İtalyan hükümeti, küresel salgına rağmen, son yıllarda özelleştirilmeye yönelen sağlık sisteminin acil desteğe ihtiyacı olmasına rağmen, on binlerce okulun yıllardır ‘kullanılamaz’ durumda olmasına rağmen, bu sene de silaha yatırımı arttırdı ve 2021 yılında 2.4 milyar Avro harcadı. Bildirinin altını çizdiği en ilginç konu ise bu askeri misyonların %64’ünün, yani 800 milyon Avro’ya denk gelen miktarın, fosil bazlı enerji kaynaklarını korumak için yapıldığıydı. Konu hakkında Meclis konuşması yapan ve Draghi tarafından seçilmiş olan Milli Savunma Bakanı Lorenzo Guerini hükümetin bu yöndeki tercihini şu sözlerle özetliyordu: “Bu misyonlar bizim enerji güvenliğimizi sağlıyor”. Greenpeace bu bildiride Draghi ve İtalyan hükümetinin, Glasgow’daki buluşmada 2022 yılı sonuna kadar fosil bazlı enerji kaynaklarına yeni yatırımda bulunmayacağına söz verdiğini de hatırlattı. 

Ne yapsın Draghi?

Geçmişinde çok zor ve yüksek sorumluluk gerektiren görevlere getirilen ve bunları gönülden üstlenen Mario Draghi, son yıllarda siyasi beceriksizlikle boğuşan meclıs partilerinin yarattığı kaosu çözmek için getirilen bir teknokrat olarak sunuldu dünyaya. Bilhassa öz geçmişi ve tecrübesi ile ülkeye ve uluslararası arenaya güven vermesi beklenen bu Başbakan’ın ve onun hükümetinin sadece 1 senede yaptıklarından bazılarını özetlemeye çalıştım. 

İtalya küresel Covid-19 salgınında çıkmakla çalışıyor bir çok ülke gibi, öte yandan bağlı ve bağımlı olduğu sözleşmeler ve gruplar da var ve aynı zamanda yaklaşık 15 senedir içinde bulunduğu sistematik yoksullaşma durumundan çıkmak için planlar yapıyor ve AB’den gelecek yardım ve borçları bekliyor.

Bir çok konuda sağlam ve geçmişi olan dinamiklere dayalı bir ekonomisi olsa da ve NATO, G8 ve AB gibi bir çok kuruluşun içinde olmasından dolayı bir dizi garanti ve korumaya sahip olsa da işler hiç de iyi gitmiyor. Tüm Avrupa’da olduğu gibi İtalya’da da kıtasal ekonomik krize hala bir çözüm bulunmuş değil, bir çok insan hakkı yavaş yavaş tartışma konusu olmaya başlıyor veya kaybediliyor, ekolojik felaket hala ciddiye alınmış değil, savaş bütçelerinde gerekli düşüş yapılmıyor, sağlık ve eğitime yeterli yatırım yapılmıyor, bir çok temel hizmet özelleştiriliyor ve merkez ve aşırı sağ ile ırkçı ve populist siyasi hareketler doğuyor ve yükseliyor.

Bu noktada Draghi hükümetinden, bilhassa 1 senede yaptıkları ve yapmadıklarını göze alarak, şapkadan tavşan çıkartmasını beklemek biraz saflık olur hatta beklememek gerektiği de aşikar gibi sanki.