Türkiye’den göç eden translar röportaj dizisinde 3. konuğum Kıvılcım Arat, Kıvılcım Radyo, Televizyon ve Sinema mezunu, uzun seneler seks işçileri ve trans hakları alanında mücadele verdi, ölüm orucu eylemi gerçekleştirdi, onur haftası davası ile ev adresi ifşa edildi, sonrasında saldırılara uğradı, tecavüz ve ölüm tehditleri aldı ve Tükiye’de var olamayacağı kaygıları ile ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Şimdi İsviçre’de dil okulunu bitirmek ve tekrar üniversite eğitimi almak istiyor.

Öncelikle seni tanıyalım, çocukluk, gençlik dönemin nasıldı, cinsiyet kimliğin ile ilgili hatıralarında neler var?

Çocukluk ve gençlik dönemlerimi düşündüğümde bir çok trans arkadaşıma göre şanslı olduğumu düşünüyorum. Trans çocukların deneyimlerini dinlediğimizde akran şiddetinin önemli bir yer kapladığını görürüz. Ve bu deneyim bir çok cocuğun eğitimden kopmasını beraberinde getiriyor. 

Şanslı olduğumu düşündüğüm nokta ise burada başlıyor. Ben Zeytinburnu’nda büyüdüm. Ve ailem kalabalık bir aileydi. Hepimiz aynı mahallede yaşıyorduk. Dolayısıyla aynı okullarda okuyorduk. Mahalle kültüründe, eğitim hayatında bunun biraz da olsa ayrıcalığını yaşayabildim. Çünkü akran şiddetinin önüne koruyucu bir unsur olarak duruyordu kuzenlerim. Sataşmak isteyenler bu nüfusu düşünerek geri duruyordu. 

Dolayısıyla bir çok deneyimdaşımın yaşadığı eğitimden kopma süreçlerini yaşamadım. Cinsiyet kimliğim ise çocuk dünyamda baş edemediğim bir olguydu. 

Kürt-Alevi bir ailenin içinde yetiştim. Ve babama çok düşkündüm. Hala da öyleyim. Çocukken cemevlerine giderdik. Ve hep dua ederdim; ” Allah’ım, benim babam çok iyi. Ben neden böyle farklıyım, yardım et bana. Babam için kalbimden al bu duyguyu” diye. 

Yıllarca kendimi gizledim, ağladım, yakardım. Ve fakat sığındığım inanç bana yardım etmek bir yana dursun hayatımı daha fazla zorlamaya ve yaşım ilerledikçe daha ağır travmalar yaşamam sebep oldu. Fakat bunun yanında görece politik bir ortamda büyüdüğüm için sorgulayan bir kimlikte kazanabilmiştim. 

Ortaokul bittikten sonra Kaypakkaya geleneği ile tanıştım. Liseli gençlik hareketinin içinde yer aldım. Uzun yıllar bu geleneğin bir parçası olarak mücadele ettim. Üniversiteden sonra ise cesaretimi toplayarak sürece başladım. 

Türkiye de nelerle meşguldün? 

Türkiye’de bir çok şeyle eş zamanlı uğraşıyordum. Trans hareketi içerisindeydim. Göçmen hakları üzerine çalışıyordum. Aynı zamanda kadın hareketi içerisinde aktif olarak yer alıyordum. 

Neden göç etmek zorunda kaldın? 

Türkiye’de açık faşizm koşulları mevcut. Bugün işçilerden, öğrencilere, akademisyenlerden aktivistlere kadar herkes bu faşist iktidarın baskısı altında. 

15 Temmuz darbe girişimi benim göç serüvenimin başlamasına sebep olan kritik süreçlerden biri. Hayatımda bir çok şey bu günden sonra başladı. Tepebaşı’nda yer alan Sedat Peker gençliği katıldığım programları gerekçe göstererek saldırmaya başladı. Tecavüz ve ölüm tehditleri aldım. Bu bir aylık dönem boyunca şişeli, sopalı saldırılara maruz kaldım. Demokrasi nöbetlerinin olduğu dönemdi. Çocuklarımı* alıp evimi terk etmek zorunda kaldım. 

O dönem bir çok kadın ev baskınları ile katlediliyordu. Hepsi devrimci kadınlar. Ve bende hareketin bir parçasıyım. Trans olduğum için çok görünürüm. Bu da beraberinde iki kat öfke topluyor. Hem transsın hem terörist… Kendi kader arkadaşlarım bile bu algı ile hareket etti. 

Daha sonra ki süreçte ölüm orucu eylemi, onur haftası davası sebebiyle ev adresimin ifşa edilmesi, uğradığım silahlı saldırı gibi durumlar artık o ülkede var olamayacağım noktasında kaygılar oluşturdu. 

Kendi arkadaşlarım bile terörist damgasını vururken tutuklanma durumunu göze alamadım. En niyahetinde ülkeyi terk etmek zorunda kaldım.

İsviçre’yi neden seçtin?

İsviçre’yi seçmemin nedeni üniversiteden ev arkadaşımın burada olması. Kendisi  bir süre tutsaklık yaşadıktan sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalan devrimci kadınlardan biri. Ve o bayağı bir baskı kurdu buraya gelmem için. Bir de başka yakın arkadaşım Rosida da buradaydı ve çok ilgiliydi. Sık sık arayıp destek sunuyordu. Böylelikle İsviçre’ye gelmiş oldum. 

Trans kimliğinle ilgili Türkiye de hangi süreçleri geçirdin? Ne gibi zorluklar ile karşılaştın? 

Türkiye çok zor bir ülke. Nefretin binbir türlü hali armağan ediliyor. Devletten topluma toplumdan aileye kadar herkes sana karşı cephe alıyor. Eğitim ve sağlık hakkına erişimden, seyahat ve barınma hakkına kadar bir çok temel hakkın gasp ediliyor. Ve bu temel alanların hepsi çok ağır sorunlar ile dolu. Ama okurlar isterlerse arama motoruna anahtar kelimeler yazarak bu alanlara dair korkunç hak ihlallerine ulaşabilirler. 

Şu an trans sürecin nasıl ilerliyor? İsviçre’deki transların Sağlık hakkı, hormon kullanımı, psikolojik destek almaları gibi konularda bilgi verebilir misin? 

Yasal süreç  Türkiye ile aynı. Hormon ilaçlarını alabilmen için (görünür bir trans kadın olmama rağmen) psikologla uzunca bir süre görüşmen gerekiyor. Daha sonra psikiyatrların olduğu bir heyete çıkıyorsun. Onları kadın yada erkek olduğuna ikna edersen hormon terapisine başlayabiliyorsun. 

Bu yasal süreci bir yana koyarsak sistemleri müthiş oturmuş. Geçiş süreci için bütün unsurlar düşünülmüş. Üniversite hastanesinin endokrinoloji bölümünde fiziksel ve hormonal değişimlerin düzenli olarak takip ediliyor. Yine aynı hastanenin dermatoloji bölümünde lazer hizmetini alıyorsun. Odyologlar eşliğinde ses terapi eğitimleri veriliyor. 

Translar için sağlık hakkına erişim çok önemli. Ve bu süreçte her şeyin ayrıntıları ile takip edilmesi müthiş bir güven sağlıyor. Ve bir itiraz olmaz ise Nisan ayında beyan üzerine kimlik verilmeye başlanacak. Bu çok önemli diye düşünüyorum.

Bundan sonrasında planların neler? 

Türkiye’den ayrıldığımda hiç iyi değildim. Psikolojim berbat haldeydi. Uzun süre destek aldım. Şuan kendimi daha sağlıklı hissediyorum. Dil okulunu bitirmek ve tekrardan üniversite eğitimi almak istiyorum. 

Ve z kuşağı translara verebileceğin tavsiyeler neler olur?

Tavsiyeden ziyade söylemek istediğim tek bir şey var. Trans varoluş çok ağır bir deneyim. Ve bütün translar güçlü olmak zorunda. 

Çünkü; “trans varoluş” demek o varoluşu yıkmaya çalışacak yüz binlerce insanla iç içe yaşamak demek.  Bu yüzden diyorum ki “bin kere yıksalar da kurduğunuz yaşamları, binbirinci kez kurmak zorundasınız” bu gerçeği  kabul ederlerse enerjileri bitip tükenmez. Bize de gerekli olan cesaret ve tekrar tekrar yaşam kurabilme kararlılığıdır. 

*Kedileri