Sekiz dokuz yaşlarımda iken sanırım kan kardeşimle merakımızın baskısına yenik düşmüş epeyce ilerdeki bir mahalleye gezmeye gitmiştik. O vakit en büyük eğlencemiz yeni yerlere gitmek, cebimizde paramız varsa gittiğimiz o çok uzak yerde bir bakkal bulup dondurma almaktı. Bir de yeni yerlere ayak basmış olmanın büyük mutluluğunu yaşıyor gezinin sonunda ‘vay be buralara da geldik‘ diye sevincimizi paylaşıyorduk.
Yine bu gezilerimizden birinden dönerken kan kardeşim de ben de eşeğin kulağına suyu kaçırdığımızın, saatin epeyce geç olduğunun ve uzayan günlerin bizi yanılttığının farkında idik. Mahalleye epeyce yaklaştığımız bir yerde sınıf arkadaşımız Yanık Emrah’ı gördük. Emrah bebekken alnı nizami sıra dağlar şeklinde yandığı için gıyabında ona Yanık Emrah derdik. Yanık bizi görünce koşturmaya başladı. İyice yaklaşınca gözlerini benim üzerime dikti. O an başı belada olanın kan kardeşim değil ben olduğumu anladık.
“Annen sabahtan beri seni arıyor. Üç kere geçti buradan. Valla dokunsan ağlayacak gibiydi” dedi Yanık. Sanırsam bu deyimi hayatımda ilk kez benim dâhil olduğum bir sohbette duyuyordum. İlk kez duyunca tüm görkemiyle hissediyor insan tabi. Kan kardeşime “hoşça kal” demeden Yanık Emrah’a da teşekkür etmeden eve doğru koştum. Kapının önünde bekliyordu annem.
Beni görünce rahatlasın istedim.
Rahatladı.
Ben de onu görüp rahatlayım istedim.
Rahatladım.
Hayatımın hiç bir döneminde bu hissi yaşamadım daha sonra. Annemle tüm yaşadıklarımı keskin duygularla ifade edebiliyorum. Sanırım el tılsımlı yanı bu.
Kendiliğinden hüznü çağrıştıran nadir kelimelerden biridir; “anne.” Maksadım bahsi gecen hüzünlü hali depreştirmek değil. Annelikle ilgili dertlerim olduğunu bile söyleyebilirim. Bilhassa tüm kadınlara anne olmanın dayatılmasıyla, dayatılan annelik haline “kutsallık” atfedilmesiyle, genel kabul gören bir annelik formunun makbul sayılmasıyla dertlerim var evet. Tıbbi olarak doğurma yeteneği olan herkes doğurmak zorunda değildir. Doğuran herkes belli kalıplara göre “annelik” eylemek zorunda değildir. Bilhassa kadınlar “kutsal annelik” baskılanmasıyla baş etmek zorunda değildir. Uzatmanın mümkün olduğu bir liste. Ancak temel bir yaklaşım biçimi olarak annelik halinin güçlendirici olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple annelik halinin kollektifleştirilmesinden ve yeniden inşa edilmesinden yana olanlardanım. İşe belki de doğurmak ile edinilen annelikten başlanmalıdır. Evlat edinme halini, biyolojik olarak doğuramayan anneleri, seçilmiş aileleri dışlayan bu kabul terkedilmelidir en önce. Çünkü tüm bu genel kabullerin dışında kurulan annelik bağları vardır ve bir eksiklik ihtiva etmezler.
Kısaca tüm kabullerden bağımsız bir annelikten bahsetmek mümkün. Benim annelik olarak tarif ettiğim tüm ilişkilerde gördüğüm ise güçlü bir sevgi bağı. Bunu da annelik mefhumu ile açıklamak mümkün sanırım.
‘Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne.’ (Didem Madak)
Belki de insanın en saf, savunmasız ve kirlenmemiş duyguları kaç yaşında olursa olsun anneyle tarif edilebiliyor. Her şeyin dönüp dolaşıp başladığı yere gelmesi gibi. Tüm mutluluklar gibi tüm acılar da anneyle en yakıcı anlamını buluyor. Anlatmak çok zor. Ama hepimizin yaşadığından emin olduğum bir duygu.
Ne kadar politik doğruculuk etsek de kapılar yine annelik halinin kederli gerçekliğine çıkıveriyor. Hali hazırda insan olduğumuzu hatırlatan bir avuç duygu kalmışken elimizde bırakalım çıkıversin sokaklar analarımızın saçlarına düşmüş yıldızlara!
‘Anaların ağlaması bir başka.
Anaların ağlaması bir ayrı
Anaların ağlaması bir beter.’
(Mehmet Gümüş- Anneler Günü)
Hakikaten başka hiç bir şey bir annenin ağlaması kadar acı hissettirmiyor bana sanırım. Tarif etmek mümkün değil maalesef ki kez be kez yaşadığım bu tanıklık hallerini. ‘Avlu’ isimli dizide dizinin başkarakteri Deniz, kızının cenazesine gittiğinde, radyo yayınında söyle sormuştu bir diğer karakter Azra;
“Annen öldüğünde sen aslında anneni değil, çocukluğunu gömersin”
Ya çocuk ölürse? Bir anne ölen çocuğunu gömmek zorunda kalırsa, o aslında neyi gömer? Kendini mi?”
İbrahim Gökçek’in annesi oğlunun mezarı başında türkü söylediği için polisin saldırısına uğrayan Grup Yorum üyesini savunmak için “Bırakın. O oğlumun misafiri.” dedi.
Oğlum dediği otuz kilo bir cansız beden. Misafirlik ise bir avuç toprağın başında.
Ne çok ahını aldınız anaların. Ne çok yaktınız ciğerlerini. Kimine bir poşette evladını teslim ettiniz, kimine onu bile çok gördünüz. Kimine mahpus yolu ezberlettiniz, kimine gurbeti bellettiniz.
Ne çok ahını aldınız anaların. Sırf bu yüzden bile umudu diri kalıyor insanın. Çünkü bunca ananın ahı yerde kalmaz. Katiyen kalmaz. Bu en güçlü duygu şimdi değilse de yarın insanlığın yaşamını biçimlendirmeye muktedirdir.
Kapanış Niyetine;
Şairin de söylediği gibi madem anaların günü ‘dilinize genç anılarınızdan bir türkü seçin’ bugün. Dünya analığınızın yüzü suyu hürmetine dönüyor.
Varlığınıza, dirliğinize, sevginize hürmetle, minnetle..