Coronavirüs, son günlerde gündemde kendisinden başka bir şey konuşulmasına fırsat bırakmayacak şekilde, tahmin edildiğinden çok hızlı bir şekilde İtalya’ya giriş yaptı. Ülke, Çin ve Kore’nin ardından hastalığa yakalanan, ya da şöyle diyelim, hastalığa yakalandığı belirlenen kişi sayısında dünya üçüncülüğünü birkaç gün içinde elde etmeyi başardı. O ülkeye giriş yapmadan hemen önceki gündem maddelerinden biri ise, İçişleri eski Bakan’ı Matteo Salvini’ye Agrigento (Sicilya) Savcılığı tarafından açılan dava ve olası hapis cezası idi. Davanın konusu ise Salvini ve partisinin politik ajandasının temel taşı olan göçmenlerdi, zira Salvini Bakan olduğu geçen Ağustos ayında, içinde yüzlerce göçmenin bulunduğu iki İtalyan gemisinin Sicilya limanlarına yanaşmasına izin vermemiş, Savcılık ise bunun ağırlaştırılmış adam alıkoyma olduğunu iddia etmişti. 

Savcılığın bu iddiası karşısında Salvini’nin duruşu ise şu oldu: “Hakimlere, ülkemin sınırlarını savunmanın ve vatandaşları korumanın benim görevim olduğunu anlatacağım”. 

Son senelerde Salvini’nin neredeyse tüm politik söylemi bu konu üzerine kurulu: “Sınırların mülteci işgalinden korunması”. İtalya’nın göçmen profili ve istatistikler bir mülteci işgalinden bahsetmemize pek imkan tanımıyor, yalnız Kuzey Ligi Partisi‘nin politik duruşu, toplumsal algıyı şekillendirmekte oldukça etkili oldu. Gerçekten var olanla, olduğuna inanılan şey arasında ciddi bir uçurum oluştu. 2015 yılında, mülteci krizi olarak anılan sürecin tam ortasında, “algılanan işgal” İtalyanlar’ın neredeyse yarısının ülkede yaklaşık 20 milyon yabancı olduğuna inanmasına sebep oldu, gerçek rakamlar ise 5 milyonu gösteriyor. 

Göç politikaları ile Coronavirüs arasındaki ilişki ilk bakışta muğlak olabilir ama aslında değil, aksine, bu hastalık meselesi, ya da hastalığın dolaşımı meselesi göç politikalarının gözbebeği olan sınır kavramı ile doğrudan bağlantılı. Coronavirüs de tıpkı mülteciler gibi “sınırlarımızı tehdit ediyor”. İçişleri eski bakanı Salvini’nin tüm sınır politikaları bir Cuma akşamı yerle bir oluverdi, Coronavirüs elini kolunu sallaya sallaya ülke sınırlarını aştı, hem de göçmenlerin yapmak üzere olduğu gibi Sicilya limanlarından değil, Kuzey Ligi Partisi’nin gözbebeği kuzey ili Lodi’den girdi ülke sınırlarına. Lodi, bu hastalık öncesi gene en az bu kadar tatsız bir konu ile meşgul etmişti gündemi: “Annesi babası İtalyan olmayan öğrencilerin, ülkelerinden aldıkları gelir ve mal beyanı olmaksızın okul yemekhanesinden ve servislerinden mahrum bırakılması” konusu ile. Okul servisinden faydalanamayan, yemek saatinde yemekhaneye giremeyen, çoğu İtalya’da doğmuş yabancı çocuklar. Milano Mahkemesi konu ile ilgili itirazda bulunup kararın geri çekilmesine karar vermeseydi hala bu konuyu tartışıyor olacaktık. 

İşte bu yüzden Coronavirüs’ün ülke sınırlarını Lodi ya da Kuzey İtalya ile ihlal etmesi önemli. Salvini yönetimindeki ülke, gizemli, iyileştirilemeyecek, adını sanını bilmediğimiz lâkin etkilerinden neredeyse emin olduğumuz hastalıkların gemilerde mahsur tutulan Afrikalı veya Orta Doğulu göçmenlerden İtalyan ırkına bulaşacağından emindi. Öyle olmadı ama. Bu yepyeni hastalık Çin’den kalktı, musallat olmak için ten rengine veya gelir beyanına bakmadan, tarihin arsız yalanlarına göz kırpar gibi, Lodi ve diğer kuzey şehirlerinde İtalyan, göçmen, mülteci, kaçak demeden uygun gördüğü bünyelere yerleşiverdi. Evet, tarih ve talih bazen böyle garip oyunlar çevirebiliyor. 

Hemen sonrasında sıra, göçmenlerin ihlal ettiği sınırların, bu hastalığı taşıma riski olan İtalyanlar tarafından nasıl kullanılacağı konusuna geldi pek tabii. Ulusal sınırlar içinde ciddi bir tartışma konusu olmadı bu durum, ne de olsa karantina denen uygulama İtalyan icadıydı, belirlenen süre zarfında virüsün ilk yayılma noktası olduğuna kanaat getirilen bölgelerden çıkmak yasaklandı. Ama bir haftadan kısa bir zaman içinde İtalyanlar, özellikle Kuzeyliler, hastalık taşıma riskinden dolayı tüm diğer Avrupa ülkeleri için bir tehlike alarmına sebep olmaya başladılar. 

Bu sınır kavramı oldukça esnek ve oynaktır; Schrödinger’in kedisi misali hem vardır hem yoktur, yeri, zamanı ve kişisine göre bir belirip bir kaybolur. Avrupa sınırları örneğin esmer ten görünce yükseliverir, bazen duvar olur bazense kimlik kontrolü yapan bir polis memuru. Sınırların ve görevlilerinin beyaz tene gösterdiği iltimattan zenciler, Orta Doğu ve genel olarak Güney Küre coğrafyalarını hatırlatan tenler faydalanamaz. VeronaMünih treni buna güzel örnektir. İtalyaAvusturya sınırında beliren polisler keyfi kimlik kontrolü için yalnızca Avrupalı’ya en az benzeyeni seçer. 

İşte okullarda, üniversitelerde okutulan göç politikaları derslerinin ana konusu da bu; Verona-Münih trenidir, değilse de olmalıdır. Yani, göçün veya daha genel olarak insan hareketliliğinin (mobility) seçiciliği. Schrödinger’in kedisi kimisi için hep vardır ve var olacaktır, kimisi içinse uzun zamandır yoktur ve kendi kendini üreten bu eşitsiz dağılım içerisinde bir süre daha yok olmaya devam edecektir. 

Bu durum Coronavirüs öncesine kadar oldukça geçerli bir savdı, yani duvarlar, polis memurları, ulusal sınırlar içinde istenmeyen kişilerin karşısında kolayca belirmekteydi, şimdi ise durum biraz karmaşık çünkü istenen ile arzu edilmeyen hiç beklenmeyecek şekilde iç içe geçti. Verona-Münih treninde yolculuk eden Kuzey İtalyalı vatandaşın kendisi ve şık görünüşü Avusturya sınır polisi için problem teşkil etmezken, bu vatandaşın taşıyıcısı olduğu Coronavirüs ülkenin sağlık güvenliği için ciddi bir sıkıntı. Birini güler yüzle ülkeye davet ederken diğerini yaka paça sınırdan dışarı atmak pek mümkün değil. Birçok haber kaynağının sorusu ortak, “Almanya veya Avusturya İtalyan vatandaşlarına sınırlarını kapatacak mı?” Ah, Almanya ve İtalya arasında sınır vardı, değil mi? Gerçi, mülteciler bize dolaşım hakkının, sahip oldukları –yahut olamadakları– vatandaşlıklardan bağımsız olarak insana, tüm insanlara ait olmadığını sıklıkla hatırlatıyordu ama bu konunun Kuzey İtalyanlar üzerinden şekillenmesi, tekrar ediyorum, talihin bir oyunu olacak.  

Benim merak ettiğim konu ise gelişmiş Avrupa ülkelerinin Coronavirüs için de bir Dublin Anlaşması yürürlüğe sokup sokmayacağı. En az mülteciler kadar bulaşıcı olan bu virüsün de ilk giriş yaptığı Avrupa ülkesinde kalmasını sağlamak için bir yasal düzenleme yapılacak mı? Yoksa bu melun virüs Kuzey Avrupalı vatandaşların bedenlerinde taşındığı müddetçe bu konu dolaşım hakkının tartışılmazlığı üzerinden mi şekillenecek?